Eğitimde Drama ve Engelli Çocuklar

Öğrenmenin temel şartlarından birisi etkinliktir ve birey etkin olduğu sürece daha iyi öğrenir. Dramatik oyun bireyin etkin olduğu ve üzerinde prova yapılmayan bir gösteridir. Yurdumuzda yaratıcı drama normal eğitim programları ile bütünleşmeye başlamıştır.Ancak özel eğitim gerektiren çocuklarda pek kullanılmamaktadır. Sınıftaki dramatik oyunlar, oyuncuların kendileri ve oyun oynarken edindikleri tecrübe ile ilgilidir.Bu oyunlar provasız, anında yaratılan, genelde yapısı öğretmen tarafından şekillendirilen ve herkesin bir göreve sahip olduğu grup faaliyetidir.Çocuklar bu dramatik oyunlar sırasında duygu ve düşüncelerinin yanı sıra korku ve özel ilgilerini de ortaya koyarlar. Ayrıca, dramatik oyun dışında Okumaya devam et Eğitimde Drama ve Engelli Çocuklar

Engellilerde Dansla terapi

DANSLATERAPİ

Toplum ve insanların değişik problem ve sıkıntıları vardır ve insanlar bu problem ve sıkıntılardan kurtulmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Drama ve hareket, problem ve sıkıntılarla baş etmek için kullanılan yöntemlerdendir.Dans ve hareket kesinlikle tedavi edicidir(terapatiktir), çünkü her ikisi de insanın tabiatında yani yaşamında vardır.

Terapi, problem ve sıkıntılardan kurtulmayı sağlayacak farklı bakış açıları kazanmak demektir.Öte yandan terapinin açıklanması oldukça çok yönlüdür, kişilerin eğitimi ve yorumuna göre farklılık gösterir. Okumaya devam et Engellilerde Dansla terapi

Otistik çocuklar ve eğitimleri

Otizm; konuşmada gecikmenin olması veya gelişmemesi, ilgi alanında sığlık, insanlar ile ilişki kurma yerine cansız nesnelerle ilgilenme, yaşıtlarıyla oyun oynamama ve tekrar edici basmakalıp davranışlarda bulunma ile kendini gösteren gelişimsel bir bozukluktur. Otistik çocukların hepsi tamamen aynı belirtileri göstermemelerine karşın, davranışı etkileyen sosyal, iletişimsel ve duyusal alanlarda sorunlar gösterirler. Otizm genellikle üç yaşından önce başlar ve görülme sıklığı 1000 çocukta bir kadardır. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla dört kat daha fazla görülmektedir.

OTİZMİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

� Bu çocukların konuşmaları çoğunlukla gecikmiştir veya gelişmemiştir. Okumaya devam et Otistik çocuklar ve eğitimleri

Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar

Tiyatronun kökeninde, ilkel insanın doğayla ve tanımlayamadığı güçlerle ilişki kurabilmek için yaptığı törenlerin bulunduğu kabul edilir. 19. yüzyıldan günümüze tiyatro tarihine ve özellikle tiyatronun kaynağına ilişkin araştırmalar farklı kuramların ortaya çıkmasına neden olmakla birlikte, kökeni bakımından tiyatronun, dinsel-büyüsel amaçlı törenlerdeki taklitten çıktığına inanılmaktadır.(1)

İlkel düşüncede taklidin geçirdiği değişim, yaratıcı düşünceye giden yolu belirler. Taklit önceleri, doğayı olduğu gibi yansıtma eylemidir. Bir ağaç ya da yırtıcı bir hayvan olduğu gibi yansıtılır.

İlkel insanın doğayı kendi beklentileri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştığı büyü törenlerinde taklit zaman içinde gelişerek ilkelin taklit ettiği şeyi kendi anlayışı doğrultusunda yeniden biçimlemesine, yorumlamasına dönüşmüştür ki bu aşama yaratının devreye girmesiyle sanatın evriminde ilk basamağı oluşturur. İlkel insan, doğayı kendine uygun olarak açıklama ve biçimleme çabasıyla, yinelemeden, Okumaya devam et Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar

Eğitimde Tiyatro

20. yüzyılın ilk yarısından itibaren gelişen modern eğitim anlayışı içinde dramatik oyunun ve tiyatronun ayrıcalıklı bir yeri vardır.Modern eğitim bilimcilerinin birçoğu eski eğitim sisteminin çocuğu; edilgin, sürekli alıcı durumunda bırakan, öğrenmeye değil ezberlemeye yönelten, bir sürü gereksiz ayrıntıyla yoran, koşullandıran, düşünmeye değil kabul etmeye iten yapısına karşı çıkmışlardır. Çocuğun küçük bir yetişkin değil hayatının çocukluk dönemini yaşayan bir birey olarak algılanması, eğitimin merkezine konması ve eğitime onun bulunduğu yerden başlanması gerektiği modern eğitimciler tarafından savunulmuştur.Çocuğun, yaparak, yaşayarak, tüm bedenini kullanarak içine girdiği konuyu daha iyi anladığı, bilgiyi özümsediği ve onun en doğal ve zevkli öğrenme yolunun oynamak olduğu bilinen bir gerçektir.Çocuk daha çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak kendisini ve çevresini oynayarak tanımaya çalışır.Çocuğun kendisini bir başkasının -anne, baba, öğretmen, doktor vb.- yerine koyarak bir rol aldığı oyunlara dramatik oyunlar denir.Modern eğitimciler çocuğun bu en doğal öğrenme biçiminin okul eğitimi içinde de yer alması gerektiğini ve böylece çocuğun sadece zihninin değil duygularının ve bedeninin de eğitilip gelişeceğini söylemişlerdir.Böylece 1920�li yıllardan başlayarak dramatik eylem etkili bir öğrenme yöntemi olarak kabul edilmiş ve dramatik eğitim birçok ülkede hızla yaygınlaşmıştır.

İngiltere ve Amerika�da atılan ilk adımları Kanada ve Avusturalya�dakiler izlemiş ve giderek dünyanın dört bir yanında dramatik oyun ve/veya tiyatronun içinde yer aldığı ders programları geliştirilmiştir.Yöntemler ve amaçlar giderek farklılaşmışsa da dramatik eğitimin temel düşüncesi aynı kalmıştır:Eğitimin merkezinde çocuk/genç ve dramatik deneyim(rol alma) olmalıdır, yaparak öğrenmek esastır.Bir sanat formu aracılığıyla kendini ifade eden çocuk/genç bundan estetik bir haz alır; bu da öğrenmeyi zevkli hâle getirir.

Bugün uygulanan birçok değişik yöntem dramatikeğitimya da eğitseldrama başlığı altında incelenir. Bu yöntemlerden iki tanesi büyük ölçüde kabul görmüştür. Eğitimde drama ve eğitimde tiyatro.Bu yazıda eğitimde tiyatro konusu üzerinde durulacaktır.Ancak iki yöntem arasındaki farkı ortaya koyabilmek için kısaca eğitimde dramadan söz etmek yararlı olur.

Eğitimde drama terimindeki drama sözcüğü yaratıcı düşüncenin, hayal gücünün empati, özdeşleşme ve kendini bir başkasının kişiliği aracılığıyla ifade etme yoluyla eyleme dönüşmesi anlamına geliyor.Bu süreç çocuk oyunları, doğaçlama ve rol oynamayı içerir. Çocuk ya da gençler bir liderin önderliğinde, ortaya bir gösteri çıkarma kaygısı duymadan, dramatik deneyimler yaşarlar, oyunlar oynarlar. Ancak bu oyunlar yazılı bir metne dayanmaz, doğaçlama yoluyla katılımcılar tarafından yaratılır.Amaç katılımcıların bir süreçten geçmeleri ve yaratıcı imgelemlerini bir sanat formuyla özgürce dışa vurmalarıdır. Bu süreç sonunda ortaya bir gösteri de çıkabilir ve seyirciye sunulabilir ama çalışma bu gösteriye yönelik yapılmaz.Bu süreç katılımcıların kişilik gelişimi için olduğu kadar belli bir dersi öğretme amacıyla da kullanılabilir.Ne amaçla kullanılırsa kullanılsın önemli olan çocuk/genç katılımcılarca bu deneyimin yaşanması ve ortaya çıkan her ürünün onların malı olmasıdır.Kendini bir başkasının yerine koyarak diğer insanlara karşı daha duyarlı olabilme, kendini ifade etme, konuşma, problem çözme yetilerinin gelişmesi, topluca çalışma ve iş birliğini öğrenme bu çalışmalardan beklenen belli başlı sonuçlardır.

Eğitimde tiyatro ise profesyonel grupların çocuk ve gençler için ve/veya onlarla birlikte yaptığı gösterilere verilen addır. Bu gruplar oyuncu/öğretmenlerden oluşur ve genellikle sosyal sorunlar ya da ders konularıyla ilgili programlar hazırlar ve bunları okullarda sunarlar. Burada program kelimesi özellikle kullanılmıştır.Çünkü bu gruplar sadece bir oyun sergilemekte kalmıyor, oyun öncesi ve sonrası etkinliklerle, seyirciyi oyuna katarak ele alınan konunun derinlemesine irdelenmesini amaçlıyorlar.Bu grupların birincil amacı seyirciyi tartışmalı bir konu üzerinde düşünmeye zorlamak, seyircinin konuyu daha iyi kavramasını ve hissetmesini sağlamaktır. Eğlendirmek birincil amaç olmamakla birlikte asla gözardı edilmemesi gereken bir konudur.Seyircinin ilgisini çekebilmek, onu oyuna katabilmek için değişik yöntemler denenmeli, tiyatro teknikleri belirli eğitsel amaçların hizmetinde kullanılmalıdır.Çocuk tiyatrosu ile eğitimde tiyatro grupları arasındaki temel fark niyette yatar.Çocuk tiyatrosu okullara birincil amacı eğlendirmek olarak gelirken, eğitimde tiyatro grubunun amacı değişimi etkilemek ya da tiyatro aracılığı ile ele alınan konuyu aydınlatmaktır.Bu gruplar malzemelerini seslenecekleri yaş grubuna ve o çocukların gereksinimlerine göre bulur ve düzenler; seyircinin katılımını ister, onlara rol verir, bazı kararlar vermelerini ve sorun çözmelerini isterler. Buna göre programın yapısı esnek olmalıdır.Gruplar öğretme işinin öneminin farkındadırlar ve okullarla işbirliği hâlinde çalışırlar.

Görüldüğü gibi eğitimde tiyatro kendine has özellikleri olan değişik bir tiyatro deneyidir.Dr.Tony Jackson da (ManchesterÜniversitesi Tiyatro Bölümü ÖğretimÜyesi) bu çalışmaların yeni bir tiyatro türü olarak görülmesi gerektiğini savunmaktadır.Jackson�a göre eğitimde tiyatro öyle bir tiyatro biçimidir ki okulların ve tiyatronun ihtiyaçlarına doğrudan verilen cevaptan doğmuştur. Tiyatronun tekniklerini ve yaratıcı potansiyelini eğitimin hizmetine sunmak için uğraş vermiştir.

Eğitimde tiyatro düşüncesi ilk kez 1965 yılında İngiltere�de ortaya çıkmıştır.Dünyanın ilk eğitimde tiyatro grubu Coventry�de EğitimTopluluğunda Belgrad Tiyatrosu(Belgrade Theatre in EducationCompany) adıyla kurulmuştur.II.Dünya Savaşı�ndan sonra neredeyse bütünüyle yıkılmış olanCoventry�yi tekrar inşa etmek gerekmiştir.Bu inşa sırasında Belgrad�dan gelen ahşap malzeme yardımı dolayısıyla yeni kurulan bu tiyatroya Belgrade Tiyatrosu(1965) adı verilmiştir.Aynı yılEğitimde Tiyatro grubunu kuran topluluk otuz yıldır bu hizmetini sürdürmektedir.Gerçekleştirilen ilk programdaki oyunun adı Küllerin Dışında�dır. Coventry�de bir hava akını ve sonrasındaki yaşamı ele alan oyun doğaçlama tekniğiyle oluşturulmuş, sonra yerel bir yazarın yardımıyla metin hâline getirilmiştir.Belgrade Tiyatrosu�ndaki ilk programın yapımcısı olanGordonVallins bölge çocuklarını tiyatroya çekme yolları ve tiyatronun genç insanlara sunulma biçimiyle ilgili çalışmalar yapıyordu.Vallins ele alınacak malzemenin gençlerin yaşamıyla ilgili olması ve meraklarını çekici, kamçılayıcı olması gerektiğine inanıyordu.Konu güncel hatta bildik bile olmak zorunda değildi ama çözülmesi gereken bir konu ya da sorunu içermeliydi. Vallins�in bu çabaları onun 1966 yılındaki istifasından sonra devam ettirildi ve Belgrade Tiyatrosu önemli başarılara imza attı.Bu tiyatrodan ayrılan insanlar Leeds,Edinburgh,Londra gibi şehirlerde benzer merkezler kurup bu hareketin İngiltere çapında yaygınlaşmasını sağladılar. Daha sonra bu hareket Amerika�ya sıçradı ve giderek dünya çapında yaygınlaştı. Zaman içinde bu gruplar farklı yaş grupları için bir dizi program oluşturdular.Okul öncesi çocukları, ilk ve orta öğrenim gençliği için oluşturulan programlarda bazen aynı konu değişik yöntemlerle ele alınıyordu.UlusalSanatKonseyi,yereleğitim otoriteleri ve diğer yerel kuruluşlarca desteklenen bu grupların bazıları yerel tiyatrolara bazıları da akademik kuruluşlara bağlandılar.Grupların yöntem ve amaçları farklılık göstermekle birlikte hemen hemen hepsinde oyuncu/öğretmenler yer alır, malzemelerini kendileri araştırıp hazırlar ve seslendikleri grubun gereksinimlerine göre programlarını oluştururlardı.Oyuncu/öğretmenler bu programı öğrencilerin ilgisini çekebilecek bir biçimde sunarlar ve sonra öğrencilerle grup üyeleri konuyu keşfetmek üzere bir yolculuğa çıkarlardı.Burada oyuncuların oldukça zahmetli bir iş yaptıkları açıktır.Hem seyirciyi oyuna katacak, hem ondan gelen tepkileri değerlendirecek hem de rollerinde kalmayı sürdüreceklerdir.Çünkü vurgu öğrenme üzerinde olmakla birlikte bir sanat formu olarak tiyatronun değeri ve hazzı ihmal edilmemelidir.Eğer programın başarıya ulaşması isteniyorsa öğrenme ile estetik haz arasında iyi bir denge kurulmalıdır.Aksi hâlde gösteriler kolaylıkla didaktizmin pençesine düşer ya da sadece eğlencelik olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.Sınıf öğretmenleri bir programın başarısında anahtar kişi konumundadırlar.Bu nedenle bireğitimde tiyatro grubunun gelişinden en çok yararı sağlayabilmek için okullarla iş birliği yapılması gerekir.Bu konuya hevesli öğretmenlerin çokluğu bu hareketin kısa sürede yayılmasındaki en önemli etkenlerden biri olmuştur.

Eğitimde tiyatro hareketindeki hemen bütün gruplar aynı prensiplerle çalışırlar.

� Okulla iş birliği yapılır ve okula gitmeden önce programla ilgili bazı malzemeler okula gönderilir.Bu yolla öğretmen öğrencilerle ele alınacak asal problem üzerinde önceden konuşabilir ya da bu malzeme ile bir dahaki buluşmadan önce sahneyi hazırlayabilir.Ayrıca öğretmenler için gerekirse atelye çalışmaları düzenlenir ve sunulacak programın amacı, yöntemi açıklanır.

� Bazı programlar esprili, bazıları ciddî ama hepsi düşünmeye yöneltici, uyarıcı, zorlayıcıdır.

� Seyirci katılımı istenir.Çeşitli yöntemlerle gerçekleştirilebilecek bu katılımda amaçlanan çocukların sorunlu bir durum içine girmeleri ve karar vermeleridir.Gösterinin ortak çaba ile oluşması söz konusudur.

� Küçük çocuklarla yapılan çalışmalarda öğretmenlerin rol alması yararlı görülür.

� Gösteriden sonra öğrencilerle yapılan tartışma, atölye çalışması vb. etkinlikler yer alır.Bunlara drama çalışması da katılabilir.

Seyircinin yaşamıyla ilintili konuları, seyirci katılımı, doğaçlama ve gösteri sonrası oyuncu-seyirci tartışması ile eğitimde tiyatro grupları bütünüyle yeni bir öğrenme yöntemi sunarlar.Kathy Joyce, eğitimde tiyatronun geleneksel tiyatro yöntemleriyle modern eğitim düşüncesini birleştiren eşsiz bir karışım olduğunu ve seyirci üzerinde doğrudan zihinsel ve duygusal etki yaratarak öğrenme için bir ortam yarattığını söylemektedir.Bu ortam öğrencilerin eleştirel düşünebilme, kişisel sorumluluk alma yetilerinin gelişmesine yardım eder, yaratıcı düşünceyi cesaretlendirir, daha derinden hissetme ve algılamayı sağlar.

Eğitimdetiyatro grubunun programının değerlendirilmesi oldukça güçtür; çünkü doğası gereği öznelliğe açık bir konuda nesnel bir yargılama yapmak gerekmektedir.Tony Jackson bir grubun yaptıklarını değerlendirmek için şu kriterleri önermiştir:

1. İçerik sunulmaya değer mi ve seyirciyi ne kadar ilgilendirir, bilgilendirir?

2. Malzeme iyi sunuluyor mu ve grup seyirci ile iyi bir iletişim kurabiliyor mu?

3. Doğru yaş grubu ve uygun seyirci sayısı saptanabildi mi?

4. Öğretmenler ne kadar katıldı ve program okul müfredatı ile ilgili mi?

5. Aktörler programın amaçlarına ne kadar bağlılar?Tartışmaya, eleştiriye açıklar mı?Çalışmalarını geliştirme istekleri görülüyor mu?

6.Bu grubun yaptıkları çocukların eğitimine hangi özel katkıyı yaptı?

Doğaldır ki bunun gibi başka listeler de hazırlanabilir ve kesin bir soru listesi yoktur.Ancak söz konusu kriterler bu gruplarla çalışacak insanların dikkatlerini en çarpıcı noktalara çekmeye yardım edebilecek niteliktedir.Bu kriterlerin yanısıra bireğitimde tiyatro grubunun çalışmalarının şu üç unsuru mutlaka içermesi gerektiği de göz önünde bulundurulmalıdır.

1.Hazırlık malzemesinin grubun ziyaretinden önce okula gönderilmesi

2. Grubun gösterisini sunumu

3. Gösteriden sonra tartışma veya bir atölye çalışması

Eğitimde tiyatro çalışması, yaptığı araştırmaları, sorduğu soruları, seyirciyle birlikte oluşması ile uyaran, zorlayan, meydan okuyan bir tiyatro türü olarak ortaya çıkmaktadır. Kişisel tepki ve eylemi güdüler.Sosyal konular ve ders programları hakkında eleştirel düşünceye yöneltir.Genç ve yetişkin insanların yaşamını canlılık, doğrudan olma ve bugünün sorunlarına olan ilgisiyle zenginleştirir.Öğretmek, eğlendirmek, önemli sosyal sorunlar hakkında tartışmaya yöneltmek, uyarıcı olmakla çağdaş eğitimin amaçlarına hizmet eder.

Asıl Yazı Sahibi
Yrd.Doç.Dr. Tülin SAĞLAM
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi

Kaynakça

1.Jackson,Tony ed., (1960), Learning Through Theatre, Manchester University Press, Manchester.

2. McCaslin,Nellie, (1990), Creative Drama in the Classroom, Longman, New York.

3. O�Toole John, (1976), Theatre in Education, London, Hoddor and Stoughton.

4. Robert, Landy, (1982), Handbook of Educational Drama and Theatre, Greenwood Press, Westport.

Öğrenci ve Öğretmen iletişimi

İletişim kavramı pek çok kişi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Hoben iletişimi “düşünce ve görüşlerin sözlü olarak karşılıklı alış-verişi”, Andersen “bizim başkalarını, başkalarının da bizi anlamalarına yarayan bir süreç”, Berelso ve Steiner “sözcüklerin, resimlerin, figürlerin, grafiklerin vb. sembollerin kullanılarak bilgi, duygu, düşünce ve becerilerin aktarılması süreci”, Miller “bir kaynağın, davranışlarını kasıtlı biçimde etkilemek üzere bir alıcıya mesajlar iletmesi” olarak tanımlamışlardır. Bu tanımlardan yola çıkarak iletişimi; “davranış değişikliği meydana getirmek üzere düşünce, bilgi, duygu, tutum ve becerilerin paylaşılması süreci” olarak tanımlayabiliriz (Ergin,1995).

Bir iletişim sürecinde kaynak, mesaj, kanal, alıcı ve dönüt ögeleri bulunmaktadır.

Kaynak: Bir iletişim sürecinde hedeflediği kişi ya da grupta davranış değişikliği oluşturmak üzere iletişim sürecini başlatan kişidir. Eğitim sürecinde, öğrencilerde davranış değişikliği oluşturmak üzere bu görevi üstlenen kişi öğretmendir. Okumaya devam et Öğrenci ve Öğretmen iletişimi

Eğitimde Yüz ifadeleri Anlamı

Yüz İfadeleri

İnsan bedeninin en dikkat çekici yeri yüzü, yüzde ise en dikkat çekici yer gözlerdir. İki insan arasındaki iletişim göz göze gelme ile başlar. Sınıfta da öğretmen ve öğrenciler arasındaki iletişim göz teması ile kurulmaktadır. Bu temas; öğrencilerin ilgilerinin çekilmesi ve ders boyunca ilginin canlı tutulması açısından yararlı olmaktadır.

Karşıdaki insan ya da nesneye ilgi duyan insanın göz bebekleri açılır. Karşıdaki insan ya da nesneden gözler kaçırılıyorsa ya da göz göze gelinmek istenmiyorsa, bu durum birşeylerin gizlenmek istendiği veya göz temasından kaçınan kişinin içine kapanık olduğu mesajını verir. Araştırmalar insanların bir şeye uzun süre veya sıklıkla bakmaları hâlinde, o durumla ilgili şüphe taşıdıklarını veya o şeyi anlamadıklarını göstermiştir. Sınıfta öğretmen, öğrencilerin bakışlarını yorumlayarak anlatılan konu hakkında gerekiyorsa tekrar yapmalı veya bir sonraki konuya geçmelidir. Okumaya devam et Eğitimde Yüz ifadeleri Anlamı

Eğitimde Baş Hareketleri ve Dokunma

Baş Hareketleri
Başın aşağı-yukarı veya sağa-sola doğru hareketleri söz konusudur. İnsan kendisine yakın bulduğu ya da kendi görüşüne yakın görüş bildiren kişilere doğru başları ile hafifçe yaklaşır, uzak bulduklarına ise uzaklaşırlar. Ayrıca başın bu hareketleri ile karşımızdaki insanı cesaretlendirici ya da reddedici mesajlar veririz. Konuşurken başımızı hafifçe yukarı kaldırmamız karşımızdaki kişide büyük rahatsızlık yaratır, söylediğini tekrarlamaya ya da sesini yükseltmeye başlar. Öğretmenlerin de sınıf içinde baş hareketlerini çok dikkatli kullanmaları gerekmektedir. Öğrenci konuşmasını bitirmeden başını yukarıya doğru kaldıran öğretmen öğrencisinin cesaretini kırabilir. Bu durum öğrencinin başka şeyler söylemek için girişimde bulunmasını ya da gelecekte konuşmak için söz istemesini engelleyebilir. Okumaya devam et Eğitimde Baş Hareketleri ve Dokunma

insan için çevre faktörleri – kuşatılmış birey

Kuşatılmış Birey
George Orwell, yüzyılın başlarında yazdığı bilim-kurgu romanı “1984”te; bütün yaşamımızın‘BüyükBirader’ (Big Brother) tarafından gözleneceği; onun haberi, izni olmadan‘yaprak kımıldamayacağı’nı anlatır.George Orwell’in öngörüleri, iletişim ve bilgisayar teknolojisi ile çoktan aşıldı. Şu anda kaç tane ‘BüyükBirader’imizin olduğunu kimse bilmiyor.Dünyamızı saran ve bütün canlı organizmalar için gerekli olan atmosfer tabakaları milyonlarca kez delinerek kirletildi. İnsanlar, birbirlerinin silâhlarını, özel hayatlarını, ekonomik zenginliklerini öğrenmek, bilmek; onlara uygulayacakları politikaları ve stratejileri belirlemek için uzayı uydulardan oluşan bir çöplüğe çevirdiler.

Sonunda yapılandırılmış, her ayrıntısı düzenlenmiş verili bir dünyamız ve hayatlarımız oldu. Hiçbir şey için kafa yormaya, bir şey üretmeye gerek kalmadı. Her istediğimiz bir düğmenin ucunda ya da bir dokunmalık uzaklıkta. Bugün büyük kentlerde, yalnız yaşayan insanlar çoğalmaktadır.Teknolojinin sağladığı makinalarla, kimseyle konuşmadan, çoğu zaman kimseden yardım istemeden hayatını sürdürüyor insanlar.Bir markete girdiğinizde hiç kimseye bir şey sormadan ve danışmadan alış veriş yapıp kasaya kadar gelebilirsiniz.Burada da kartınızı uzatıp hesabı ödeyip çıkabilirsiniz. Hatta alışveriş yapmak için marketlere gitmenize bile gerek yok. Bunu evinizde ekran başında da yapabilirsiniz. Kentin kalabalık bir alanında ya da çarşısında saatlerce dolaşıp bir tanıdık yüz göremediğimiz anlar oluyor. Böylece birey giderek kuşatılıp yalnızlaşıyor. Kimileri buna gelişmişlik diyor, uygarlık diyor. Bu araçları, verili, programlı hayatı ne kadar yaşarsa ya da ne kadar kullanırsa o kadar insan, o kadar uygar ve daha da kötüsü o kadar rahat edeceğini düşünüyor. Tanıdığım birisi geçen gün anlatıyordu:“Yeni taşındığımız ev çok rahat; markete, bankaya, okula çok yakın, ulaşımı çok kolay.” Yani beni yöneten, ihtiyaçlarımla ilgili bana nerelere gidip, neleri almam gerektiğini söyleyen yerler var. Parayı nasıl kullanacağım konusunda da kafa yormama gerek yok. Onu benim yerime bankalar yapıyor. Bütün bankalar, insanların para konusundaki kararlarıyla ilgili sonsuz seçenekler ve kolaylıklar(!) sunuyorlar.“Paranızı bize yatırın, biz her şeyi çözümleriz, sizin yerinize her şeyi yaparız!” Yani bize karar verme gücünüzü, yeteneğinizi, beğenilerinizi; kısacası özgürlüğünüzü verin demek istiyorlar. İnsanlar bu çekici vaatlere dayanamayıp ‘kendilerini teslim ediyorlar.’ Artık insanlar hayatlarını sürdürmek için hiçbir becerilerini, yeteneklerini ve yaratıcılıklarını kullanmıyorlar; çünkü buna gereksinim duymuyorlar.Bütün her şey onlar için önceden düzenlenmiş, tasarlanmış ve üretilmiş. Bireyin bütün yapacağı tek iş, seçmek.Hatta seçmesine bile gerek yok.Siz sadece onay verin, seçme işini de (kuşkusuz sizin için en iyi olanını) onlar yapsın.Üstelik bunu yapması için kişinin çoğu kez‘kılını kıpırdatmasına’ bile gerek yoktur.Bu işi telefonla, internet’le ya da katalogla çözümlemek olası. İnsanlar bu rahatlığa(!) çabucak alışıp, bunu benimsiyor, kabulleniyor ve daha da kötüsü bir yaşam biçimine dönüştürüyorlar.Yitirdikleri şeyler pahasına bu kolaylıklara(!), gelişmişliğe(!), kolayca teslim oluyorlar.

Peki verili dünya bize bunları sunarken, bedel olarak ne alıyor bizden?İnsan olmayla getirdiğimiz(genetik donanımımız) özellikler; özgürlüğümüz, yaratıcılığımız, mizah duygumuz, sevgi, sevme, aşk duygumuz ve daha birçok özelliğimiz verili dünya tarafından teslim alınıp, değişime, dönüşüme uğratılıyor ve sonuçta onun yönetimine giriyor.

Bu yeni yaşama biçimine çocuklar açısından bakarsak neler görüyoruz? Elektronik ağlarla örülmüş bu sanal dünyada çocuklar neler yapıyorlar?Onların da oynayacakları, doğayı tanıyacakları, keşifler yapacakları; boş alanlar, yabanıl kırlar, boş sokaklar, bahçeler yok artık.Ya da çok az ve giderek yok oluyorlar. Buna koşut olarak verili dünya, tüketim sistemi yeni ama kısıtlı, kendi kontrolünde, çocukların vakit geçireceği mekânlar açıyoruz. Ruhsuz, plâstik oyuncaklarla dolu parklar, elektronik oyun araçlarının sıralandığı oyun salonları, son yıllarda sayıları hızla artan internet cafeler.Çocuklar ve gençler buralara gidip, sanal dünyada kayboluyorlar.Böylece yetişkinler çocukların günümüzde daha çok olanaklara kavuştuklarını ve daha rahat yaşadıklarını düşünüyorlar.O zaman çocukların daha mutlu olması gerekiyor. Şöyle bir etrafımıza bakarsak bunun böyle olmadığını kolaylıkla görebiliriz.Elbette çocuğun sorunlu ve mutsuz olmasına neden olan yüzlerce durum bulunmaktadır.Ama yaşadığımız şu sanal kuşatılmışlığın da bunda hatırı sayılı bir payı var.Etrafınıza bakın; birçok canı sıkılan, ne yapacağını bilemez durumdaki çocuklar, anne babalarıyla iletişim çatışmalarına giriyorlar. Ebeveynlere göre çocuklar çoğu zaman haksız yere yakınıyorlar. Bir sürü olanakları var.Dünyanın oyuncağı alınıp, çoğuyla kısa bir süre oynanıp ’bir köşeye’ atılıyor.Gerçekte de; evler birer oyuncak mezarlığına dönüşmüş durumda. Üretilen oyuncaklar çocuklara sınırlı bir dünya sunmaktadır.İşlevleri çalışmalarıyla sınırlıdır. Çocuğun hayal ettiği birçok işi yapamamaktadır.Çünkü bütün bu mekanik, elektronik oyuncakları çocuklar üretmemiştir. Fabrikaların ürettiği oyuncaklar bir örnek ve verilidir. Yaptığı işler elektronik ya da mekanik sistemiyle sınırlıdır.Bu yüzden çocukların bunlara yüklediği işlev ve yaratıcılık sınırlıdır, çok azdır.Onun için de üretilen oyuncakların ömürleri çok kısadır.Çocukların üretmediği oyuncaklar ve oyun araçlarının çocuklara çok yararı yoktur.Anne babaların da çocuklarına oyuncak alma yerine, bunları kendilerinin üretmesine fırsat vermeleri daha yararlı olacaktır. Hatta bu fırsatlar, olanaklar olmasa bile, çocuklar bunu kendileri yaratabilirler.

WalterBenjamin şöyle söylüyor:“Kılı kırk yararak, çocuklara faydalı olacak nesnelerin -öğretici araçlar, oyuncak ya da kitapların- yapımı üstünde kafa yormak akıl kârı değildir.Aydınlanmadan beri eğiticilerin en iç karartıcı akıl yürütmelerine temel olmuş bir alandır bu. Gözlerinin psikolojiden başka bir şey görmez olması yeryüzünün çocuk dikkatine ve uğraşına yatkın nesnelerin en eşsizleriyle dolu olduğunu fark etmelerine engel olmaktadır.En dolaysızlarıyla. Çünkü çocuklar, kendilerine özgün bir biçimde, her çeşit işin yapıldığı, nesneler üzerinde gözle görülür biçimde eylemde bulunulan yerlere uğrama eğilimindedir.İnşaat, bahçe ya da ev işlerinden, dikişten ya da marangozluktan kalan artıklar karşı konmaz biçimde çeker onları… Artıklarla yetişkinlerin eserlerini yeniden yaratmaktan çok, bambaşka türden maddeleri, bunlardan oyun sırasında oluşturdukları şeyler sayesinde, birbirlerine karşı yeni, apayrı bir ilişki içine sokarlar.Çocuklar böylece kendi kendilerine, kendilerinin olan bir nesneler dünyası elde ederler, büyüğünün içinde bir küçük dünya.”(2)

Kendi nesneler dünyasını ve kendine özgü ‘küçük dünyalar’ı yaratamayan çocuklar ne yapacağını bilemiyor. Çünkü çocuklar yaratacakları ve kuracakları dünyalarının deyim yerindeyse coğrafyalarını hızla kaybediyorlar. Özellikle büyük kentlerde böyle boş (!) alanlar hemen hemen yok gibi. Top oynadığımız alanlar, küçük coğrafya keşifleri yaptığımız kırlar, kendimize sığınaklar, koruganlar yarattığımız gizli köşeler -terk edilmiş evler, izbe bahçeler- hepsi kayboldu. Bu açıdan bakarsak; hâlâ bozulmamış yerleşim alanları ve kırsal yörelerde oturan çocuklar şimdilik şanslılar. İşte bu boşluğu tüketim dünyası doldurmaktadır.Bir arkadaşım anlatıyor:“Oğlum arkadaşlarıyla buluşmak için sözleşmişti. Bana yakınıyordu:‘Anne arkadaşlarımla Alsancak’ta buluşacağız.Ne yapacağımızı bilmiyoruz.’ Benden bir umar arıyordu.”Hâlâ verili dünyaya tam teslim olmamış çocuklarımız bile; bu sistemin dışına çıkarak kendi kararlarını alamıyorlar, kendi programlarını yapamıyorlar, kendi oyunlarını, kendi oyuncaklarını üretemiyorlar ve sonunda kendi dünyalarını kuramıyorlar. Yetişkinler kendi çocukluklarını hatırlasınlar:Her çocuk ya da grup kendi oyununu kurar, kendi oyuncağını ya yeniden üretir ya da eşyalara başka anlamlar ve işlevler yükleyerek oyuncaklar çoğaltırdık. Bütün bunlar yapılırken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk.Anımsayın; hangimiz azar işitmeden eve giriyorduk.

Demek ki verili, kuşatılmış, programlanmış bir dünyada ilk önce yaratıcılık yok edilmektedir.‘Senin hiçbir şey yaratmana gerek yok.’ diyor tüketim toplumunu yaratmaya çalışanlar. ‘Ben senin için seri üretim yapıyorum; işte seç, beğen al!Evlerimiz birer elektronik, plâstik oyuncak mezarlığı. Aldığımız, bir sürü para harcadığımız onca oyuncakla ne kadar süre oynadı çocuklarımız?Çok kısa süre. Çünkü; yeniden bir oyuncak satılması gerekiyor, dahası sürekli satılması gerekiyor.Böylece etrafımızda canı sıkılan çocuklar görüyoruz. Büyükler bazen bunu bir türlü anlamıyorlar.Nasıl olur da, çocukların canı sıkılır?Her şeyleri var.Bütün olanaklara sahipler. İşte sahip oldukları olanaklar, durmadan tükettikleri oyuncaklar; hep, daha çoğunu istiyorlar.Tüketmekten başka bir istekleri yok. Bu bir yaşama biçimine dönüştüğünde; kişi tüketemediği zaman mutsuz olmaktadır.Tüketim dışında bir amacı kalmadığı için de sıkılıyor.

Bütün bu olumsuz koşullara, iç karartıcı sürece karşın; kendi özgürlüklerimizi savunarak, kendimize, çocuklarımıza, çevremize; yaşamımızı sıkıcılıktan, tüketim toplumunun tekdüzeliğinden kurtaracak alternatif anlar, etkinlikler; yaratıcılığımızı açığa çıkartacak hobiler, uğraşlar edinmeliyiz. Özellikle çocuklarımızın tüketim toplumu ve sanal dünyaya teslim olmamaları için; onların yaşama, oyun oynama, yeni arkadaşlar edinmelerine, yeni insanlar tanımalarına olanak hazırlamak, bu konuda onları özendirmek, cesaretlendirmek çok önemlidir.

KAYNAKÇA:

1. George Orwell, 1984, Can Yayınları.

2. WalterBenjamin, Tek Yön, Yapı Kredi Yayınları.
ASIL SAHİBİ


Mehmet ÇOBAN
Psikolojik Danışman

Zihinsel Özürlü Çocuk Sahibi Ailelere Tavsiyeler

• Çocuğu olduğu gibi kabul edin.

• Çocuğunuzu suçlamayın.

• Çocuğunuzdan utanç duymayın.

• Çocuğunuzu aşırı derecede korumayın.

• Çocuğunuzu ihmal etmeyin.

• Çocuğunuzu çok şeyler yapmaya zorlamayın.

• Çocuğunuzu diğer çocuklarla kıyaslamayın.

• Çocuğunuza onu daima sevdiğinizi hissettirin.

• İlgili ve sevecen davranın.

• Onu bağımsız, kendi kendine yeter, ileride yalnız kaldığında temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma getirin.

• Çocuğunuza kızıp bağırmayın.

• Onu aşağılayıcı, tehdit edici, küçük düşürücü sözler söylemeyin.

• Onun güvenini sarsıcı sözler söylemeyin.

• Ondan beklediğiniz davranışları onun anlayacağı bir dille açıklayın.

• Çocuğunuzun kaygılarını, sıkıntılarını ve isteklerini dinleyin.

• Onda korku, kaygı yaratacak telkinlerde bulunmayın ve onu korkutmayın.

• Onu kendine güvenmeye alıştırın.

• Olumlu ödüller(aferin, çok güzel vb.) verin.

• Yaptığı her olumlu davranışı hemen takdir edin.

• Hiçbir olumsuz, cesaret kırıcı tepkide bulunmayın.

• Çocuğunuz inatlaşıyorsa inatlaştığı anda dikkatini başka konuya çekin.

• İnatlaştığı zaman siz de onunla inatlaşmayın.

• İnatlaştığı zaman istediği şeyi o anda değil de sakinleşince yapın.

• Çocuğunuz saldırgan davranışlarda bulunuyorsa, saldırganlığın beğenilmeyen bir davranış olduğunu ona gösterin.

• Saldırganlıkta ona örnek olmayın.

• Saldırgan olduğu anda isteklerini yerine getirmeyin.

• Saldırganlık anında öfkesini boşaltacağı işler verin.

• Dayakla cezalandırmayın.

• Onu olumlu işlere, etkinliklere yöneltin.

• Olumlu örnekler seçin, kötü örnekler göstermeyin.

• Ona yapabileceği basit sorumluluklar verin.

• Öğreteceğiniz işleri küçük parçalara ayırarak öğretin.

• Öğrendiklerini sık sık tekrarlatın.

• Çocuğunuzda konuşma bozukluğu varsa onu bol bol konuşturun.

• Sözcükleri düzgün söylediğinde onu ödüllendirin.

• Onunla daima açık ve net konuşun.

Vahdettin YAŞAR
Avcılar RAM Müdürü/İSTANBUL